Dünya kurulduğundan beri “hak ile batılınçatışması” davam ediyor.
Bugün de bu çatışma vardır.
Bundan sonrada olacaktır.
“Karşıt olan şeyler” bir araya gelir ve uzlaşmaz olanlardan ”uyum” ortaya çıkar.
Her şey “çatışma sonucunda” meydana gelir.
“Beyazın” karşısında “siyah” olmazsa, beyazın kıymeti bilinmez.
“Gündüzün” karşısında ”gece” olmazsa, gündüzün varlığından haberimiz olmaz.
“Zenginliğin” karşısında “fakirlik” olmazsa, zenginliğin özlemi olmaz.
“İyiliğin” karşısında “kötülük” olmazsa, iyilik bilinmez.
Çünkü
Evliliklerde esas olan “güzel geçimdir.”
Güzel geçim dediğimiz kavram kendiliğinden olmuyor, başta gayret, özveri, sabır, tedbir ve bilinçlenme gibi fedakârlıklar istiyor.
Hayatı anlamlı kılan, yaşanır hale getiren “mutluluk” olduğuna göre, bunun en uygulanabilirlik alanı, “çiftler arasındaki birliktelik” ve “güzel geçim” dediğimiz yaşam biçimidir.
“Eş adaylarının” birbirleriyle anlaşabilmeleri ve uyum içinde hayatlarını sürdürebilmeleri tamamıyla kişilikleri ve aldıkları eğitimle ilgili bir durumdur.
Kendisiyle barışık, uyum içinde olan ve kolay anlaşılabilen “bir erkeği veya bir kadını” bulabilmek için genel tiplemeleri belirlemeye çalıştık.
Bakalım bunlardan hangisi size uyuyor?
İnsanın gruplara, cemaatlere, tarikatlara ve önderlere bağlanma gibi içgüdüsel bir meyli vardır.
Çünkü bir grup içinde var olmak, hayatın belirsizliğini azaltır, şahsa bir anlam ve değer kazandırır.
Kült tarzı yapılanmalara katılan insanların iki temel motivasyonu vardır.
İlki; karmaşık dünyada, kendilerine yol gösterecek daha üst seviyede, bilgili bir otoritenin kılavuzluğuna duydukları ihtiyaç.
İkincisi; hayatlarında eksikliğini hissettikleri manevi anlam arayışıdır.
Bu arayış içerisinde, bağlanma duygusu öyle bir körlüğe neden oluyor ki, ne yapılırsa yapılsın, o insanları ikna etmek mümkün olmuyor…
Körü körüne bu bağlanış duygusu, tapınma şekline dönüşüyor.
Siyasal anlamda da, manevi anlamda da bu böyle oluyor.
(İnsana ve topluma yarar sağlayan cemaatleri, tarikatları ve önderleri bu işin dışında tutarak tespitlerimizi yapmaya çalışacağız.)
Şimdi bu nedenleri ve psikolojik yönelmeleri maddeler halinde sıralamaya çalışalım.
Son yıllarda milli piyango, loto, toto gibi talih oyunlarından para kazananların büyük bir çoğunun aile hayatı bozulurken, büyük bir kısmının da eskisinden daha kötü durumlara düştüğüne şahit oluyoruz. Kimi darp edildi, kimi öldürüldü, kimi de intihar etti...
Yapılan araştırmalarda, talih çekilişleriyle para kazananlardan kimseye hayır gelmediği görülüyor. Hakkı olmayan bir parayı elde ettiği için bunalıma girenlerin, felaketlere kurban gidenlerin öldükten sonra dahi DNA testi için mezarı açılanların, karısını boşayanların, çocuğu ölenlerin, sefalet içinde hayattlarını sürdürenlerin haddi hesabı yok...
Şimdi bunlardan bir kaçını sıralayalım.
Mehmet Sarıoğlu, 1975 de büyük ikramiye kazandı. Köyünü, evini ailesini terk edip gitti. 2000 yılında beş parasız köyüne geri döndü. Sobadan sıçrayan kıvılcımla kaldığı baraka kül oldu. Evsiz, ekmeksiz kaldı. Köylüler yedirip içirdi. Cenazesi devletten aldığı yaşlılık maaşıyla kaldırıldı.
TÜRKİYE, “DİNDARLAŞIYOR” AMA…
İnsan için “dindarlık,” hava su gibi bir ihtiyaçtır. Nasıl ki bedenimizin “fiziksel beslenmeye” ihtiyacı varsa, ruh dünyamızın da “meta fizik ötesi beslenmeye” ihtiyacı vardır. Bunun en iyi ve kalıcı gıdası da “dindar” olma halidir.
Dindarlık sayesinde insan “vicdan muhasebesini” yapıyor. Oto-kontrol ancak bu şekilde sağlanıyor. Bir insanının vicdanı bir sorumluluğu yoksa eline geçireceği “meşru-gayrimeşru” her fırsattan niye yararlanmasın? Onu engelleyen ne olabilir ki?..
Dindarlık, topluma ve insanlığa karşı sorumluluk duygusunun geliştirilmiş mekanizmasıdır. Dindarlığı, madde ve mana ile buluşturduğumuzda, daha da önemlisi barıştırdığımızda hem birey, hem de toplum bundan yararlanma imkânı buluyor.
Tek boyutlu dindarlık, insanı ön yargılı ve şüpheci yapıyor. “Din ile bilimi” buluşturduğumuzda gerçek anlamda “analizler ve sentezler” o zaman ortaya çıkıyor.
Yeni nesil, kendilerine göre eğlenmeyi, kafalarına göre yaşamayı ilke haline getirmiştir.
Küreselleşen dünyada değişimin, gelişimin ve dönüşümün gençler üzerinde ki etkisi çok büyük.
Şimdiki gençlik; kendi kurallarını,
yaşantılarını,
zevklerini kendileri belirliyor…
@@@@@@@@@@@
Benlikleri fazla geliştiğinden söylemek istediklerini karşı tarafa direkt olarak söylüyorlar.
Sabırsız ve tez canlı olmaları ve aynı anda birçok işle meşgul olma becerileri nedeniyle de her şeyden çabuk sıkılıyorlar.
Bu kuşak, teknolojinin hızla geliştiği dönemde yetiştiğinden, sosyal hayatı elektronik üzerinden yaşıyor.
Arkadaşlıkları genellikle sanal ortamlardan edinilmiş arkadaşlıklardır.
Yüz yüze görüştüğü arkadaşları olsa da, bir kafeye gittiklerinde sosyal medyadan ellerini eteklerini çekemiyorlar.
Bu ifade bize ait bir söylem değil.
Almanya, Amerika, İngiltere gibi ülkelerde “karma eğitim sistemi” sonucunda ortaya çıkan bir sonuçtur.
Batı dünyasının ortaya önemli bir tespitidir.
Saydığımız Batılı ülkeler karma eğitimi, “yüzyılın en büyük pedagojik yanlışı” olarak kabul ediyorlar.
Karma eğitim, bilindiği 68 kuşağının bir projesi idi ve sosyal hayatta “kadın-erkekeşitliği sağlanmak” isteniyordu.
Yapılan araştırmalar gösterdi ki karma eğitim, kadın-erkek eşitliği sağlamak yerine kadınların erkeklerin hegemonyası altında yaşamasını sağlıyor.
Bu sistem, insanın fıtratını alt-üst eden ve insanın genlerini bozan bir sistem.
Kadın ve erkek dünyaya farklı beyinlerle geliyor.
Erkeklerin beyni, dünyayı sistematik olarak algılıyor.
Buna karşılık kadın beyni duyarlılık ve empati yapacak şekilde yaratılmış.
Kadınlar dil konusunda daha yeteneklidir.
Erkekler sistemi düşünür, kadınlar empati yapar, başkasının yerine kendini koymayı tercih eder.
Bu açıdan bu yapıyı ayrı mekânlarda ve ayrı istemde değerlendirmek ve eğitmek gerekiyor.
16 senelik Ak Parti iktidarında ülkemiz, devrim mahiyetinde yenilikler yaşadı.
Sağlıktan-ulaşıma,
Yer üst geçitlerinden-yer altı geçitlerine,
Devasa köprülerden-uçak hava alanlarına,
Devasa kanal İstanbul’dan-Türkiye’nin büyümesine,
Kanser hastalarından-engelli insanlara varıncaya kadar yaptıkları saymakla bitmez…
Hulasa, Türkiye şahlandı ve çehresi değişti.
Dünya çapında sayılı bir ülke olduk.
Bu projeler devam ederken yeni dönemde farklı hizmetler bekliyoruz.
Bu hizmetlerin ağırlığı, “değerler üzerinde” olması lazım
Bunları şöyle sıralayabiliriz:
İnsanları etkileyebilmek ve yönlendirebilmek için, en etkili araçlardan biri de “sanatsal faaliyetler” dir.
Çünkü sanat, insanın “ruhuna ve kalbine” hitap eden “sihirli bir güç” tür.
Hangi sanat türü olursa olsun, bıraktığı iz, insanın hafızasından kolay kolay silinmiyor.
Sanatı, şahsi çıkarları için kullananlar, kendilerini küçülttükleri gibi, toplumu da yanlış yönlendirip “yozlaştırıyorlar.”
Şu anda Türkiye, bu “kültürel kirlenmeyi” yaşıyor.
Bu “toplumsal facianın” bedeli de çok ağır bir şekilde kendini gösteriyor.
Düşmanlık,
Kindarlık,
Saldırganlık,
Hilekârlık,
Egoistlik,
Yalan,
İftira gibi ”olumsuz duygular,” insanlarda neden vardır?
İnsanlar, neden başkalarına kötülük yapmak isterler?
Bizim toplumumuzda, özellikle bazı yörelerin insanlarında görülen bu “ruhsal bozuklukların” temelinde yatan gerçekler nelerdir?
Bu ilkellikler, bu cahillikler, nereden kaynaklanıyor?
Bunların her biri araştırılıp incelendiğinde görülecektir ki, Türkiye’nin “sosyal ve ahlaki yaraları” korkunç boyutlara ulaşmış...